Sayfalar

12 Mayıs 2013 Pazar

Söyleşi: Pınar Kaftancıoğlu



Bildiğiniz gibi son günlerin en moda beslenme akımı doğal beslenme ve organik tarım. Şu sıralar kendini bilinçli kentli olmaya adamış herkes bu dalgaya kapılmış gidiyor. BuGusto ise tüm bu “organik”, “ekolojik”, “doğal” tarım ve beslenme mevzularının içyüzünü öğrenmek amacıyla işin mutfağından biriyle, Pınar Kaftancıoğlu’yla çok keyifli geçen bir söyleşi düzenledi. 


Kimdir bu Pınar Kaftancıoğlu?
Pınar Hanım İstanbul’da doğup büyümüş, büyükşehrin ve modern hayatın çilekeşliğine 1997 yılına kadar dayanabilmiş bir doğa tutkunu. 1997’de radikal bir kararla tasını tarağını toplayıp önce Kuşadası’na yerleşiyor, birkaç yıl sonra da Nazilli tarafında ailesi tarafından kalma birkaç araziyle kendi aldıklarını birleştiriyor ve kendi çiftliğini kuruyor. Çiftliği kurmadaki tek amacı kızı İpek’in sağlıklı ve doğal ürünlerle beslenmesini sağlamak ve bir de tabi ki erken emeklilik hayalleri. Gel gelelim çiftlik beklenenden ve ihtiyaçtan çok ürün veriyor. Pınar Hanım önce bunları İstanbul’daki arkadaşlarına dağıtıyor, daha sonra o arkadaşların eşi dostu da bu ürünleri istiyor, bu şekilde kulaktan kulağa talep artıyor ve Pınar Hanım ticaret yapmak istemeden ticaretin ortasında buluveriyor kendini. İpek Hanım Çiftliği’nin kurulma hikayesi bu şekilde...

Sistem nasıl işliyor?
İpek Hanım Çiftliği ürünlerinden denemek isterseniz yapmanız gereken şey mail listesine üye olmak. Pınar Kaftancıoğlu her hafta yeni mahsüllerin yer aldığı ürün listesini yolluyor, oradan istediğiniz üründen istediğiniz miktarda sipariş veriyorsunuz. Listede domasten tutun salçaya, yumurtadan erişteye kadar bir sürü şey bulmak mümkün. Türkiye’nin neresinde olursanız olun paketiniz kargoyla kapınıza geliyor. Ödemeyi ise ürünleri teslim aldıktan sonra yapıyorsunuz. Hatta kargo ücreti belli bir miktarın (8,5 TL) üzerine çıkarsa, kalan miktarı yollamanız gereken ücretten kesebiliyorsunuz. “Ee bu nasıl iş, o zaman ürünleri alıp ödeme yapmayan çıkarsa ne oluyor?” dediğinizi duyar gibiyiz. Pınar Kaftancıoğlu bu işi yıllardır karşılıklı güven ve samimiyet mantığıyla yapıyor, ona göre iyi niyetle yapılan işler asla karşılıksız kalmaz. Söyleşide sürekli kendini gösteren bu optimist tavır hoşumuza gitmiyor desek yalan olur.




Para kazanmak amaç olmamalı, kim olmak istediğinizi de düşünün.”
“Ticaret yapıyor” dediğimize bakmayın, Pınar Hanım bu işi insan hayatına ve sağlığına verdiği değer yüzünden yapıyor, kar amacı gütmediğini söylüyor bize. Zaten reklam, pazarlama işleriyle de pek alakası yok gibi gözüküyor. Bunun da bir pazarlama tekniği olduğunu söyleyenler vardır tabi, ancak kendi yağında kavrulduğunu belirten Pınar Hanım’ın samimi tavırları bunlara pek de ihtiyacı yokmuş hissi uyandırdı bizlerde.

“Ege’nin köy ürünleri zaten yüzyıllardır organik!
Pınar Hanım’ın en çok eleştirdiği konu ise son yıllarda giderek popülerleşen organik tarım meselesi. Firmaların verdiği sertifikalarla her yerde ve her koşulda “organik” tarım yapılabilmesine karşı duran Pınar Hanım, bu yüzden kendi yaptığı işi organik değil, Anadolu tarımı olarak tanımlıyor. Zaten eskiden Anadolu’da köylerde yapılan ilaçsız tarım uygulamalarının tümü doğal ve organik. Pınar Hanım’ın, bugün İstanbul’da açılmış olan popüler organik pazarları da bu sertifika meselesi yüzünden pek samimi bulmadığını öğreniyoruz.

“Kahvaltı sofralarını onlarca çeşitle donatmaya gerek yok. Bu görgüsüzlük insanı ölüme sürüklüyor.”
Süpermarketlerde ilginizi cezbeden yüzlerce seçenek varken masum kalmak da zor elbette. Kendi ailesi için hazırladığı yemekleri “anneanne yemekleri” olarak tanımlayan Pınar Hanım, sağlıklı beslenmenin yolunun sade sofralardan geçtiğini söylüyor. Sofranızda çeşit arttıkça, vücudunuza soktuğunuz besinlerin katkı maddeli olma olasılığı da artıyor haliyle. Üstelik gösterişli sofralar kurmak ister istemez insanları israfa da sürüklüyor. Sanırım “organik beslenmek için zengin olmak lazım” ülkemizde sağlıklı beslenmeyle ilgili en büyük yanılgı. Aksine, az çeşitle eski usül yemekler yapmak daha sağlıklı gözüküyor.

Peki ne yiyeceğiz biz!
Özellikle büyükşehirlerde yaşayan insanların her öğününü kendi malzemeleriyle evde pişirmesi tabi ki mümkün değil. Ancak dışarıda da ne tükettiğinize kendiniz karar verebilirsiniz. “Marketten aldığınız ürünün arkasına bakın, emin olmadığınız ya da anlamadığınız bir şey olduğunda firmayı arayın, soru sorun, öğrenin.” diyen Pınar Hanım’a göre iş, tüketicinin bilinçli olmasına bağlı.
3 saatten fazla süren söyleşide onlarca soruya çok faydalı yanıtlar aldık. Son olarak, bu yanıtlardan dikkatimizi en çok çekenleri (“korkunç gerçekler” başlığıyla da yazılabilir) sıralayalım:

  • Maalesef İstanbul’da kendi bahçenizde organik tarım yapmak, topraktaki ve havadaki ağır metaller yüzünden mümkün değil.
  • Marketlerde satılan paket dondurmalardan uzak durmaya çalışın. Dondurma diye yediğimiz şey aslında su, şeker ve gıda boyasının bir karışımı.
  • Çiftlik balığı değil deniz balığı tüketmeye çalışın.
  • Kuruyemiş alırken bilindik, isim yapmış markaları tercih edin. Mahallenizdeki çerezcinin deposunun hangi koşullarda olduğunu asla bilemezsiniz.
  • Zamanında bile olsa çilekten uzak durun, çünkü bünyesinde en çok hormon barındıran gıdalardan biri.
  • “Himalaya tuzu”, “Maydanoz balı” gibi ürünlere hemen atlamayın. Çoğu pazarlamayla fiyatı şişirilen ürünlerden başka birşey değil.
  • Dana eti yerine kuzu tercih edin; kuzu yapısı itibariyle hormonla şişemeyen bir hayvan, aksine 4 aylık bir danaya hormon yükleyerek 1.5 tona çıkarmak mümkün.
  • Garip bir durumla karşılaştığınızda Alo 174 Gıda Hattı’nı arayın.
  • Yapımı basit olduğu için yoğurdunuzu evde yapmaya çalışın. Günlük sütler, yoğurt yapımı için gayet uygun.
  • Evinize damacana su alıyorsanız sipariş verirken damacananın yeni tarihli olmasını talep edin. Uzun süre kullanılan damacanalar bünyesinde kimyasal maddeler üretiyor.

BuGusto'yu kırmayıp Nazilli'den kalkıp gelen Pınar Kaftancıoğlu'na bir kez daha teşekkür ediyoruz.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder