Sayfalar

1 Aralık 2013 Pazar

Ne Yediğimizi Ne Kadar Düşünüyoruz?

Et tüketimimiz, vejetaryenlik ve veganlık üzerine...

BuGusto olarak gezdiğimiz restoranları, tattığımız mutfakları incelerken sırf lezzete değil kültürel ve zihinsel boyuta da önem veriyoruz. 23 Kasım Cumartesi günü gerçekleştirdiğimiz vegan, vejetaryen mutfağı tadımı için de bu prensipten yola çıkarak, konu ile ilgili bir yazı hazırlamaya karar verdik. Yazımızda öncelikle vejetaryenlik ve veganlığı tanımlayıp irdeledikten sonra et yemeği tercih eden insanların öne sürülen görüşlere nasıl cevap verdiklerini inceleyeceğiz.


Vejetaryenlik, ilk 1842'de Latince "sağlam, canlı, yaşam dolu" anlamına gelecek şekilde kullanılmıştır. Hindistan'da 399 milyon vejetaryen yaşamaktadır ve bu sayının diger ülkelerdeki toplam vejetaryen sayısından daha fazla olduğu düşünülmektedir. Einstein, Gandhi, Leonardo da Vinci, Tolstoy, Paul McCartney gibi bazı ünlülerin vejetaryen oldukları bilinir.


"Nothing will benefit human health and increase chances for survival of life on Earth as much as the evolution to a vegetarian diet."
-Albert Einstedin, Sinfully Vegan'dan alıntı

"A man can live and be healthy without killing animals for food; therefore, if he eats meat, he participates in taking animal life merely for the sake of his appetite. And to act so is immoral."
-Leo Tolstoy, On Civil Disobedience and Nonviolence'dan alıntı

Vejetaryenler bu yolu pek çok farklı sebeplerden seçerler ama hepsi hayvanların yaşamına son verilerek üretilen besinlerin yenmemesi gerektiğini savunurlar. Dinsel sebeplerden vejetaryen olanlar (Budizm, Hinduizm ve Hristiyanlığın bazı mezhepleri) bu yaşam biçimini dinlerinin bir gereği olarak görürler. Ahlaki argümanlarla bu duruma karşı çıkanlar hayvanları otlatmak yerine tarım yaparak daha dar topraktan daha çok verim alınacağını düşünürler ve hayvanları beslemek için zaten büyük miktarlarda tarımsal üretim yapıldığını ve bu üretimin hayvanlar yerine insanların tüketimine sunulması durumunda dünya üzerindeki açlık problemini bile azaltmanın mümkün olduğunu düşünürler. Zaten verilere dikkatli bakarsak bir ineğin yenebilir tüm eti tüketildiğinde kazanılan kalorinin, o ineği o kiloya gelene dek beslemek için kullanılan kaloriden çok daha az olduğu görülür. Yani bir ineği yiyerek doyan kişi sayısı, o ineğin hayatı boyunca yediği tarım ürünlerini yiyerek doyacak kişi sayısından azdır. Beslenmeye ilişkin kaygılardan dolayı vejetaryen olmayı seçenler ise daha sağlıklı yollardan yiyecek gereksinimini karşılamanın vejetaryenlikle mümkün olduğunun düşünürler. Et tüketmeyen insanların vücudun üretemediği temel proteinleri karşılama yollarının başında soya fasulyesi, buğday glüteni, tahin gibi ürünler gelir.

Vejetaryenliğin farklı besin kısıtlamalarını içeren türleri vardır. Lakto-vejetaryenler et ve et ürünleri dışında yumurta tüketmeyi de reddederler ama süt ve süt ürünleri tüketirler. Ovo-vejetaryenler ise süt ve süt ürünlerini ve yumurtayı tüketirler. Süt ürünleri kullanmamanın en temel argümanı, ineklerin her zaman süt verebilmeleri için düzenli olarak hamile bırakılmaları ve yavrularından zorla ayrılmalarıdır. Ayrıca başka bir memelinin büyümesi için en gerekli olan ana sütünü çalmak bu fikri takip edenlere yanlış gelir. Su vejetaryenliğinde ise Budistler ve benzeri gruplar et ve et ürünlerinin dışında sarımsak ve soğan gibi kötü kokulu olduklarına inandıkları besinleri de tüketmezler. Burada kullanılan Su kelimesi Sanskritçe kökenlidir, Türkçe değildir.

Vejetaryenlik sadece beslenmeyle kısıtlı kalmaz, hayatın farklı alanlarına da yayılır. Bazı vejetaryenler hayvansal maddelerden yapılan kumaşları (mesela ipek) veya hayvanda denendiği bilinen temizlik ve kişisel bakım ürünlerini de kullanmazlar.

Veganlık ya da diğer adıyla veganizm, vejetaryenlikten farklı olarak hayvanların eti yanında hayvanlardan elde edilen yan beslenme ürünlerini (bal, yumurta gibi) ve içerisinde hayvanlardan elde edilmiş madde bulunan (deri, kemik, jelatin gibi) her şeyi kullanmayı reddeder. Bu nedenle beslenmeye ek olarak giyimlerinde de hayvansal ürünlerin kullanılmamış olmasına özen gösterirler. Veganlığın tartışmalı noktaları olmasına rağmen, veganların büyük çoğunluğu için önemli olan nokta endüstriyel üretim için yapılan uygulamaların yapay, etik olmayan, acımasız yöntemlerden oluşmasıdır. Hayvanlardan yararlanmak için ineklerin yapay yollarla, dölleme makineleri kullanılarak döllenmesi, hayvanların daracık yerlere hapsedilmesi ve onlara ait olan, doğalarının bir parçası kabul edilmesi gereken özgürlüğün hayvanlardan alınması gibi haksızlıkları veganlar son derece yanlış bulurlar. Hayvanlara fazladan besin sağlamak için kullanılan otlak alanların daha çeşitli tarımsal üretime açılması ve insanlara daha fazla besin sağlanabilmesinin sonucunda kıtlık gibi bazı sorunların çözümünün oldukça kolaylaşacağını düşünenler veganlar arasında da vardır. Ayrıca bazı veganlar kök bitkileri diye adlandırılan sınıfa ait bitkileri (marul, patates, soğan, vb.) de yememeği tercih ediyor ve bu tercihlerini o bitkilerin topraktan çıkarıldıkları anda öldürülmüş olmalarına bağlıyorlar.  Bilindiği gibi elma yediğimizde bir ağacın meyvesini yerken patates tükettiğimizde bütün sebzeyi tüketiyoruz. Daha hassas düşünerek meyveleri bile ağaçtan kendi kendine düşmeden tüketmeyen veganlar da var. Burada saydığımız ve daha da çoğaltılabilecek sebeplerle veganlığı vejetaryenlikten farklı bir hayat duruşu olarak ele almalıyız.


Büyük çoğunluğun veganizmi bir ahlaki duruş olarak benimsemesinin yanında, sağlıklı yaşam için veganizmi benimsemiş insanlar da vardır. Vegan beslenmenin sağlıklı bir beslenme için yeterli olduğunu, kazein gibi bazı hayvansal proteinlerin vücut için sağlıksız olduğunu, hatta hayvansal beslenmenin kalp hastalıklarına zemin hazırladığını düşünenler vardır. Vegan beslenmenin yeterliliği konusundaki tartışmalar sürmekle birlikte kalp damar hastalıkları düşünüldüğünde, kolesterolden uzak bir beslenme biçimi olduğu için, yararlı olduğu söylenebilir. Yine de veganların bazı vitaminler için takviyeler alarak beslenmelerini tamamladıklarını bilinmektedir.

Veganlar beslenme konusunda süte alternatif olarak soya sütünü kullanırlar. Soya sütünü ısıtıp daha sonra da sirke ya da limon suyu kullanarak çöktürüp soğuturlar ve tofu elde ederler. Tofu peynir olarak da kullanılabilir ve kahvaltıda tercih edilen bir üründür. Yumurta yerine elma ya da muz püresi, nişasta, keten tohumu gibi ürünleri tercih ederler. Protein ihtiyaçlarını karşılamak için yemeklerinde de nohut, mercimek gibi bakliyatların kullanımına ağırlık verirler. Buna ek olarak da spirulina adı verilen protein ve mineral içeriği yüksek olan kolesterolsüz besin maddesini diyetlerini tamamlamak için tercih edebilirler.




Bu madalyonun bir de öteki yüzü var: Et tüketmeyi, hayvan ürünleri kullanmayı özellikle tercih edenler. Bu noktada bahsettiğimiz insanlar eti ihtiyaçtan veya alternatifsizlikten değil, tamamen tercih olarak tüketiyorlar ve bu durumla ilgili vejetaryenlerin ve veganların hayat tarzlarını değiştirmelerine yol açan argümanlara bir şekilde cevap vermişler.

Et tüketimi ile ilgili bilinçli bireyleri en çok düşündüren konu belki de hayvanların kesime dek barındıkları şartlar. Çoğu büyükbaş ömrünü meralarda otlamak yerine her tarafı kapalı, kendi vücudundan biraz daha geniş bir kutuda kafasında bir kelepçe ile durmadan yüksek kalorili yemler yiyerek geçiriyor. Tavukçulukta ise durum daha da vahim. Tavuk “fabrikalarında” hayvanlar ya yumurtaları ya da etleri için üretilen tipler olarak ikiye ayrılıyorlar. Yumurtacılar daha sık yumurtlasınlar diye uygun hormonlu yemlerle besleniyorlar ve biyolojik saatlerini tetiklemek için yapay ışıklandırma gibi faktörlerle aynı günün içinde belki iki belki de üç gün geçiriyorlar. Etleri için beslenen tavuklar da tüm ömürlerini tıpkı büyükbaşlar gibi durmadan yemek yiyip şişerek geçiriyorlar. Tüm ömürleri dediğimiz ise zaten 21 gün. Hayvancılık uygulamalarının yarattığı bütün bu vahşetin sebebi ete olan aşırı talepken bu talebi nasıl meşrulaştırabiliriz?

Bu soruya ilk cevap politika okumuş et severlerden geliyor. Hayvanların ehlileştirildikleri MÖ 10000’li yıllarda, hayvanlar insanlarla Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi'ne çok benzer bir anlaşmaya “imza” attılar. Vahşi tavuk sürülerinin iki şıkkı vardı: ya hep yaşadıkları gibi, Darwin’in güçlü olanın kazandığı, zayıfların öldüğü, yemek uğruna her dakika savaşılan “survival of the fittest-en güçlü olanın yaşamını sürdürmesi ilkesi” dünyasında yaşayacaklardı ve yeteneklerine göre kimisi 5 yıl kimisi 5 gün dayanacaktı ya da insanlarla yemek bulmak ya da sığınacak yer aramak zorunda kalmadıkları “rahat” bir hayat yaşayıp belirlenmiş bir süre, mesela 2 sene içinde öldürülüp yenmeyi kabul edeceklerdi. Bu bakış açısına göre tavuklar ve diğer benzeri hayvanlar evcilleşme sürecine girerek ikinci şıkkı seçtiler ve bu sebeple hayvanları yetiştirip yemek meşru. Hayvanların böyle bir seçim yaptığını iddia etmek ne kadar rasyonel, tartışılır. Ama şunu kesinlikle kabul etmek gerekir ki kapitalist sistemin hayvanı üretim hattındaki bir makine parçasında farksız gören tavrı bu argümanla kabul edilemez. Üretim tarzını savunabilecek bir nokta elimizde yok.

Bir de tabi zevk almak ve ihtiyaç duymak noktası var. Hayvanların acı hissedebildikleri doğru. Hayatlarının başka alternatif varken sonlandığı da doğru. Ama bazı insanların hayvan yemekten keyif aldıkları ve bunu bir ihtiyaç olarak gördükleri de doğru. Burada aynı anda varlığını sürdüremeyecek iki faydanın çatışması görülüyor. Bazı insanlar insan türünü de dahil ederek hayvanların yemek ve yenilmek üzerine bir düzen içinde var olduklarını iddia ederken, başkaları yine yukarıdaki politik argümanı kullanıyor. Ama yenmek ve yenilmek dünyası günümüzde ne kadar geçerli? Eşit şartlarda mı yarışıyoruz, yoksa biz insanlar hayvan üzerinde zaten bir dominasyon kurmuşuz ve kendimizi mi rahatlatmaya çalışıyoruz? Belki mağaralarda yaşayan ilk insanlar aynı zamanda hem av hem de avcıydı ama apartmanlarda yaşayan bizler için de aynısı geçerli mi? Daha da temele inelim, zevkinden vazgeçemeyenlere soralım: Sağlık açısından telafi için başka seçenekler varken sadece tadı için bir canlıyı öldürmek meşru mu?




Peki, bu sorulara cevap vermek zorunda mıyız?
Evet. Çünkü bizim et yeme tercihimiz, denizlerdeki balık popülasyonlarının azalmasına, tarım alanlarının verimsiz kullanımına, bazı hayvanların nesillerinin tükenmesinden, balta girmemiş ormanların yok edilmesine ve çevre kirliliğinden balina avcılığına pek çok ekolojik probleme yol açıyor.
Et yemeği bırakmalı mıyız?
Hayır, bu kadar farklı bakış açısı varken zorunluluktan bahsedemeyiz. Ama seçimlerimizi bunları göz önüne alarak yapmalıyız. Hayvan üreticilerini fiyatı azaltmak için hayvanların hayat şartlarını zorlaştırmaktan menetmeliyiz. Et tüketimimizi bunları düşünerek sınırlamalıyız. Balıkçılık konusunda trol ya da kaçak avcılığa karşı duruş sergilemeliyiz. Keyfimizi gerçekten hayvanlarla saygı üzerine bir kontrakt imzalamış gibi düşünerek kısıtlamalıyız.




Yemek yerken, ağzımıza her bir lokma girdiğinde bir kere değil, iki kere düşünelim; çünkü o lokma, ister sebze ister meyve ister et ister balık olsun, tattan bağımsız binlerce süreçten geçerek tabağımıza geldi.

Hazırlayanlar:

Işıl Dönmez
Merve Tekgürler
Oytun Tükenmez



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder