BuGusto Eklektik kavram karmaşasına karşı bir
savaş açtı! Kafanızdaki "Nereye, nasıl bir mekana gidiyoruz" sorularını, mekan isimlerine bakarak tam olarak cevaplandıramıyor musunuz? Öyleyse, kafe, bistro, lounge ya da bar dendiğinde ne beklememiz
gerektiğini; mekana girdiğimizde ne aramamız gerektiğini netleştirmek gerek. Bu
noktada, karışmış zihinleri biraz olsun aydınlatabilirsek, ne mutlu bize!
Bistro ve Lounge, İlke Aydın
Son zamanlarda yemek yediğimiz, içki içtiğimiz mekanların isimlerinde onları bir anda havalı kılan bir ekleme var: Mekanların tabelalarında yer alan “bistro” ve “lounge” sözcükleri. Sözcükler ne kadar yerinde kullanılıyor tartışılır. Peki, her birinin asıl anlamı nedir?
Bistro asıl anlamıyla, Paris’te küçük bar ve
lokantalara verilen bir isim. Kelimenin etimolojik kökeniyle ilgili çeşitli
teoriler olsa da, en yaygın görüş Rusça’da “hızlı” anlamına gelen bystro
(быстро) sözcüğünden türediği yönünde. Öte yandan ismin, bistrouille, yani
içki/likör ile karıştırılıp servis edilen bir kahve türünden geldiği de
söyleniyor.
Lounge ise genellikle barla beraber anılsa da
daha farklı bir kavram; daha rahat, daha az gürültülü ve dans etmek için tercih
edilemeyecek bir mekan. Rahatlamak, hafif bir şeyler (salata, sandviç vs.)
atıştırmak ve içmek için ideal. Lounge, aynı zamanda 1950’li ve 60’lı yıllarda
popüler olan “easy listening” tarzında bir müzik türüne verilen isim ve
lounge’larda çalan müzik genellikle bu müzik tarzıyla örtüşüyor.
Bar ve Pub, Ece Zini
Bu iki kavram genellikle aynı şeyi ifade etmek
için kullanılır: İçki içmek, yemek yemek ve sohbet etmek için gidilen yer. Kelimeler
günlük kullanımda iç içe geçmişse de farklı anlamları var.
“Bar”ın kökeni Amerika'ya dayanır ve ismini de
barların içinde bulunan ve içkilerin servis edildiği mobilya olan bardan alır.
Geniş bir likör ve kokteyl seçeneği sunar. Bira ve şarap da servis edilir ancak
pubdaki kadar çeşitlilik yoktur. Genellikle şehir merkezlerinde bulunur. Giriş
için yaş sınırlaması bulunur ve bu sınırlama 18-21 yaş arasında, ülkeden ülkeye,
farklılık gösterir. Kalabalıktır, müzik yüksek seste tercih edilir ve genellikle
dans pistleri de bulunur. Yiyecek olarak ise hafif atıştırmalıklar veya sadece
çerez servis edilir. Spor bar, gey bar, karaoke bar vb. çeşitleri vardır. Akşam
üstünden gece 3-4'e kadar açıktırlar.
Pub'ın kökeni ise İngiltere'ye dayanır. Pub,
Public House kavramının kısaltılmış halidir. Örneğin İngilizler “ale” tipi
birayı publarda içerdi. Pubların genellikle geniş bir bira ve şarap seçeneği
bulunur. Çeşitli ciderlar da servis ederler. Publar, barlardan çok daha geniş
bir yiyecek menüsüne sahiptir. Servis edilen yemeklerin arasında balık ve cips,
çorbalar, et çeşitleri, mezeler, salatalar, hamur işi ve tatlı vardır. Zengin menüsünden dolayı 18 yaş altı insanlar
da yanlarında yetişkin ile publara girebilir. Publarda ya hiç müzik yoktur ya
da arka planda kalan hafif müzik vardır. Genellikle uzun süreler oturulabilir; daha
rahat ve sakindir. Hem gençlere hem de orta yaşlı insanlara hitap eder. Günün
görece erken saatlerinde açılır ve gece yarısına kadar da kapanmazlar.
Taverna ve Meyhane, Akif Cem Heren
Taverna ile meyhane neredeyse aynı yapıdalar. Göze
çarpan fark meyhanelerin eğlence sırasında yeme-içme hizmeti vermesi iken,
tavernaların direkt olarak yemek üzerine hizmet vermesi. Tavernalar, Yunan
kültüründe şarap gibi içkiler eşliğinde yemek yenen küçük restoran olarak
görülürken, meyhaneler genellikle Türk, Bulgar ve Sırp kültürlerinde (Bizans ve
Osmanlı kültürünün etkisiyle) içki ve eğlencenin yemekle buluştuğu mekanlar
olarak kayda geçiyor.
Bir de “Tavern” denilen bir şey var ki bu
aslında İngiliz kültüründe, akşamları tercih edilen, içki içilen ve yemek yenen
yere deniyor. Tavern, “Inn” denilen merkezlerin konaklama yapılamayan hali ve buralarda
şarap ve şaraba eşlik eden bir yemek servis ediliyor (Inn'lerde sadece bira
satılıyor); bu konuda başlarda hiç istisna da bulunmuyordu. Bu merkezlerin ana
teması, insanların içki içerek kaynaştıkları ve iş görüşmeleri bile yapmaya
müsait derlitoplulukta yerler olması.
Kahvehane, Kahve ve Kafe, Ebru Ceylan
Kahvehane, kahve ve kafe, aslında fiziksel ve sosyal açıdan oldukça farklı kavramlar. En azından Türk kültüründe öyle. Örneğin İspanyolca'da Kafe ve Kahve için aynı kelime kullanılıyor. Viyana'nın ünlü kahveleri de bildiğimiz kahvelere fiziksel olarak hiç benzemese de sosyal olarak, bütün kültürsel farklılıklara rağmen, yakın işlev görür.
Türkiye'de yaygın olan kullanımları düşünerek
karşılaştırmak gerekirse, kahvehanelerde meşrubat ve nargile servisi yapılır,
yemek neredeyse hiç olmaz. Bunun yanında alkollü içeceklere de yer verilmez.
Kafelerde yemek ön planda olur. Alkollü içeceklere yer verilir. Kahve ve
kahvehane sözcüklerinin aynı kavramı ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Kahveyi kahve yapan en önemli unsur, orada
oynanan oyunlardır. Kahvehanelerde vakit geçiren bireyler bu şekilde
sosyalleşir. Kafelerdeyse oyunlar ya ikinci planda olur ve kutu oyunlarını da
içerir ya da hiç olmaz. Başka türlü ifade etmek gerekirse, kahve orada servis
edilen içeceklerle değil, yarattığı sosyal ortamla ve oyunlarla tanımlanır.
Kahvelerle kafelerin ayrıldığı bir diğer
önemli noktaysa kahvelerin son derece cinsiyetçi oluşudur. Son dönemlerde
sadece kadınlara özgü kahvelerin de ortaya çıkması bu cinsiyetçiliğin
perçinlenmesi olarak yorumlanabilir. Kafelerdeyse bu ayrıma neredeyse hiç
rastlamayız.
Lokanta, İkinci Sınıf Lokanta, Esnaf Lokantası, Özde Nesil Gezici
Birinci ve ikinci sınıf olmak üzere ikiye ayırabileceğimiz lokantalar, tabldot, alakart veya özel yemek ve bu yemeklere uygun servisler ile yeme-içme ihtiyaçlarını karşılayan tesislerdir. Sınıflandırmayı mümkün kılan farklılıklar lezzette ya da fiyatlarda değil; işletmenin dekorasyonu, hizmet standardı, malzeme kalitesi ve sunuş özelliklerinde gizli. Yasal düzenlemelerde belirtilen özellikler ise şöyle: Birinci sınıf lokantaların toplam kapasitesi en az yüz elli kişilik olmalı, en az elli kişilik bir ana salon bulunmalı. İkinci sınıf lokantaların yemek salonu kapasitesi ise en az elli kişilikolmalı. Mutfak alanı ile servis alanının oranını belirleyen düzenlemeler de mevcut.
Kısaca, lokantaları ikinci sınıf lokantalardan ayıran, kapasiteyi ve fiziksel imkanları göz önünde bulundurarak oluşturan bir dizi yönetmelik maddesi. Biraz daha küçük çaplı işletmeler olduklarını söyleyebiliriz ikinci sınıf lokantaların.
Esnaf lokantasına geldiğimizdeyse sözlük açıklaması ve yönetmelik maddeleri bulmak çok zor. Kendi içlerinde hijyen, menü içeriği, fiziksel koşullar bakımlarından farklılık gösterseler de daha çok ev yemeğine yakın ürünleri, özel bir sunuma gerek duymadan, samimi bir ortamda, çok daha uygun fiyatlarla sunan küçük işletmeler olarak tanımlayabiliriz. Genelde, ev ortamında alıştığımız tarzda hazırlanan mevsim yemekleri, evdeki kadar doğal, gösterişsiz ve rahat bir sunumla servis ediliyorlar.
Restoran, Ege Belit Munis
Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük’e bakalım, ne diyor:
Restoran, isim (Fransızca restaurant): Lokanta
Lokanta, isim (loka'nta, l ince okunur; İtalyanca locanda): Yemek pişirilip satılan yer, aşevi, restoran.
Görünüşe göre, sözcüğün dildeki anlamında bir farklılık yok. Öyleyse fark, algıladığımız konseptte; sözcüğün kullanımını değiştirmesine ve yönetmesine izin verdiğimiz izlenimlerde ve pratikte deneyimlediğimiz çeşitlilikte saklı. Lokantasının adını restoran koymayı tercih eden işletmecilerin genellikle kuverden, vestiyerden; bizi “yarım çorba”dan mahrum eden, dışına çıkarak sipariş vermeyi olanaksız hale getiren bir menüden vazgeçemediğini görürüz. İçeriği nasıl olursa olsun dizaynı özenle hazırlanmış menü, dekorasyona verilen önem, sunum malzemelerinin kalitesi ve dayanıklılığına göre değil, görünüşüne göre seçilmiş olması, restoranları yemek yediğimiz herhangi başka bir yerden ayıran unsurlar. Restoranların alkollü içki servisi yapıyor olması da, onları lokantalardan, yani asıl gayenin karın doyurmak olduğu, müzik tercihinde asgari dikkatle yetinebileceğimiz, yemeğin yanında genellikle meşrubat tükettiğimiz ve yemeğin ardından çayı-kahveyi ikram olarak, isteyip istemediğimiz sorulmadan edindiğimiz mekanlardan ayırır. Şıklık ve salaşlık sıfatları, restoran ve lokantaya sırasıyla paylaştırılmıştır. Benzer şekilde, nezaket, sükunet, zerafet gibi sıfatlar restoranları çağrıştırırken; lokantalar, pek çok zihinde oluşan çağrışımlara göre, daha doğal, gürültülü ve samimi yerlerdir.
Pastane ve Patisserie, Merve Tekgürler
Patisserie Fransız kökenli bir terim olup
Türkçe’de pastane karşılığını almıştır; Fransa'da Patisserie diye anılmak için
mekanların “maitre patissier”, yani bir pastacı şef çalıştırmaları gerekir.
Ekmek, baget ve benzeri ürünleri hazırlayan fırınlardan farklı olarak
patisserielerde pasta, turta, tart, kiş ve ekler gibi tatlılar ve çeşitli
şekerlemeler üretilir ve satılır. Bunun dışında Viyana kökenli olduğu için
“viennoiserie” adı verilen kruvasan, çikolatalı kruvasan, brioche gibi ürünler de
patisserielerde bulunur. Bazı patisserieler bir fırın kısmına da sahip oluplar.
Avrupa tipi tatlı kültürü yani pasta,
profiterol, turta gibi ürünler Türkiye'ye Osmanlı döneminde Fransa'dan gelir ve
Osmanlı tatlı kültüründen, muhallebi, helva, lokum, şerbetli tatlılardan,
bağımsız olarak gelişir. Pastaneler, klasik Osmanlı tatlıcıları, baklavacılar
ve İstanbul muhallebicilerinden farklıdır ama günümüzde bunları kapsayan bir
dükkan olarak algılanırlar.
Her ne kadar pastane ve patisserie aynı anlama
gelseler de pastane aklımızda daha geleneksel tatlı ve tuzlu ürünleri üreten
bir yer olarak kalırken, patisserie deyince Avrupai tarzda tatlılar aklımıza
gelir. Bu ayrım aslında çok keskin de değildir. Çoğu pastane hem yerli tarzda tatlılar
hem de Avrupai tatlılar üretirler. Mesela Ali Muhittin Hacı Bekir hem
profiterol hem de lokum üreten bir pastane olarak buna örnektir. Ayrıca neredeyse
sadece Avrupai tarzda tatlı üreten Baylan ve Divan gibi pastaneler ve
patisserieler de vardır.
Özetle, bu ayrım aslında içerik veya tercüme
ile ilgili olmaktan çok algısal bir ayrıma dönüşmüştür. Pastane kelimesi daha
çok yerel tatları çağrıştırırken, patisserie yabancı diyarları anımsatır.
Kantin ve Büfe, Salih Yanıkgönül
Çoğu üniversite öğrencisinin gün içinde
uğramadan geçmediği yerlerdir kantinler. Peki, nedir kantini kantin yapan?
Sözlükte kantin, kışla, fabrika, okul vb. yerlerde yiyecek ve içecek
maddelerinin satıldığı yer olarak geçiyor. Gelin, kantin kelimesini bir de
örnek bir cümle içinde kullanalım çok sevgili okurlar. Attila İlhan’ın Aydınlar
Savaşı kitabında geçen "Bir akşam üstü, kantinde, Fransız öğretmenlerden
Matmazel Masson'la oturmuş laflanıyorduk." cümlesi, kantinin anlamını daha da pekiştirmiştir sanıyorum. Kantinin
diğer bir anlamı ise bahsi geçen kurumlarda işletilen ve yalnız o kuruma bağlı
kimselerin yemek yediği lokantalardır. Anlamı pekiştirmek için hemen bunu da
bir cümle içinde kullanalım, Ziya Gökalp’in mektuplarından: "Her
istenilen şey, daha kolaylıkla alınabilir; çünkü kantin binanın
içindedir."
Büfe kelimemiz ise yemek ile olan bağlamına
göre üç farklı anlama gelebilir. Bunlardan ilki, yiyecek, içecek, gazete, dergi
vb. satılan dükkanı ifade eder. Buket Uzuner’in Uzun Beyaz Bulut eserinden
okuyalım: "Viki, Ali Osman ve Mehmet yol kenarına dizilmiş köfte, gözleme,
çay-kahve satan seyyar büfelere doğru yürüdüler."
Büfe, toplantılarda yiyecek ve içeceklerin
konulduğu masadır aynı zamanda. Ahmet Mithat Efendi Karnaval eserinde büfeyi bu anlamında kullanır: "Balolarda
gayet mükellef büfeler vardır ki ismi işitilmedik içkilerden birkaç yüz nevi
şeyler bulunur."
Evlerde, içine yemek takımlarının konduğu dolap olarak da geçer. Peyami Safa’nın Şimşek adlı eserinden: "Kısık bir kahkaha ile güldükten sonra, arkasını Müfit'e çevirerek büfeden bir bardak aldı."
Evlerde, içine yemek takımlarının konduğu dolap olarak da geçer. Peyami Safa’nın Şimşek adlı eserinden: "Kısık bir kahkaha ile güldükten sonra, arkasını Müfit'e çevirerek büfeden bir bardak aldı."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder