Sayfalar

6 Mayıs 2014 Salı

Bildiğimiz Gibi Değil: Bira Çorbasından Kahveye



Bir öğrencinin mavinin elli birinci tonuna karşı en büyük kalkanı, evde kalmışların telvelerine bakarak  umut bağladığı içecek: Kahve.


Alman sosyolog Wolfgang Schivelbusch ‘Coffee and the Protestant Ethic’ makalesinde kahvenin ortaya çıkışını,  Avrupa ve sonrasında tüm kapitalist kültürlere nasıl dâhil olduğunu incelemiş, bu makaleden yola çıkarak soruyoruz: Kahve neden bu kadar önemli?

Kahve ilk kez Etiyopya’da keşfedilmiş deniliyor, ama kayıtlara göre ilk kahve 15. Yüzyılın ortalarında Yemen’de Sufiler tarafından içiliyormuş. Alkolün yasak olduğu ve matematiğin gelişmekte olduğu bir kültürde alkolsüz olması ve zihni uyarıcı özellikleriyle kahve ‘İslam'ın şarabı’ olarak adlandırılmış.

Peki, bu arada Avrupa ne içiyordu?

Patates Amerika’dan gelmeden önce ekmek ve bira, Avrupa’nın ana besin maddesiymiş. Hatta, makalede bu bira çorbasının tarifi bile var: Sıcak biraya yumurta, tuz şeker ekleyip ekmeğin üstüne döküp afiyetle yiyoruz. Bunun üstüne, bir de şu bilgi geçiyor makalede: 17. Yüzyılın ikinci yarısında normal bir İngiliz ailesi, çocuklarla birlikte, kişi başına 3 litre bira tüketiyordu. Sanayi Devrimi öncesinden bahsettiğimiz düşünülünce bu pek şaşırtıcı değil; ekonomi tarıma, tarım da insan gücüne dayalı olunca, doğal olarak insanın güçlü, sağlıklı ve bira göbekli olanı makbul oluyor.

Alternatifinin olmamasının yanısıra, alkolün sanayi devrimi öncesi bu kadar sağlam bir yer tutmasının bir diğer önemli nedeni de bir ritüel olarak önemi. Birinin sağlığına içmek, bardak tokuşturmak, birinin ‘şerefine’ içmek bugün hala bizimle olan ritüellerden birkaçı. Endüstri Devrimi öncesi toplumlarda, içki sofrasına oturmak ve kendi başına kalkabilecek kadar ayık olarak masadan kalkmak, masadakilere ve kişinin kendi cesaretine, şerefine bir saygısızlık olarak kabul edilirdi.

16. yüzyıla geldiğimizde, içki alışkanlıklarına eleştirel bakılmaya başlanıyor, bunun değişikliğin en yakın ilişkisi Martin Luther öncülüğünde yapılan Protestan Reformu ile kuruluyor. Kişinin mantığını gölgelendiren bu içecek ‘şeytani’ olarak damgalanıyor. Fakat bu reform, fazla tüketimi eleştirirken, Püritan ahlakı, alkolün yerini tutacak maddi bir alternatif yaratamadığından alışkanlığı değiştiremiyor. Ta ki 17. Yüzyılda Avrupa’ya coğrafi keşiflerin kolaylaştırdığı ticaret yollarıyla gelen sıcak içeceklere, özellikle kahveye kadar...

Ortaçağ, Aydınlanma Çağı ve sonrasında gelen Sanayi Devrimi’nin ne kadar zıttı olarak kabul edildiyse, kahve de orta çağın sembolü olan biranın o kadar zıttı olarak kabul edilmiş. İnsanı fiziksel olarak güçlendiren ama algısını ve mantığını gölgeleyen bira, mantığın ve bilimin önem kazandığı yeni dönemde toplumun ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Kahve, beyni ve sinir sistemini uyarması, algıyı ve karar mekanizmasını netleştirdiği düşünülünce, çağın ihtiyaç duyduğu rasyonel birey için biçilmiş kaftan.
Böylelikle, sabah kahvaltısı bira çorbasının yerini, artık düşünerek ve hesaplayarak para kazanan insanın beynini uyaran kahve alıyor. Hemen ardından da kahvehanelerle tanışıyoruz.


Londra’daki ilk kahvehane 1687-88’de Edward Lloyd tarafından açılıyor ve kısa sürede kahvenin bahane olduğu, en güncel haberlerin duyulabileceği sosyal bir mekan haline geliyor. Öyle ki sigortacılar ve brokerler/borsacılar müşterilerine Lloyd’s Kahvehanesi’nde randevu vermeye başlıyor. 18. Yüzyılın sonunda bu sigortacıların ortak bir çatı alında birleşmeye karar vermesiyle günümüzün en büyük sigorta şirketlerinden biri olan Lloyd’s kuruluyor.

Finans sektörünün yanısıra, kahvehaneler edebiyatçıların ve gazetecilerin de uğrak yeri oluyor. Mesela, bu sene 304. yılını kutlayan ‘The Tatler’ dergisinin kurucusu Richard Steele, kendisiyle iletişime geçmek isteyenlere adres olarak bir kahvehaneyi veriyordu.

İngilizlerin milli içeceği çay diye bilirdik, öyle değil mi?

Kahve ilk zamanlarında Arap ülkelerinden ithal ediliyordu, fakat bunun gelip geçici bir şey olmadığı anlaşılınca alternatif yollar üzerinde düşünüldü. Fransız ve Hollandalılar kendi kolonilerinde kahve tarımı yapmaya başladılar, ama İngiltere bunun yerine çaya geçiş yaptı, bunun nedeni ise büyük ihtimalle çayın tekelinin o zamanın ticaret devi East India Company’de, kahvenin ise orta sınıf girişimcilerin elinde olması ve sonunda büyük balığın küçük balığı yemesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder