
Bir öğrencinin mavinin
elli birinci tonuna karşı en büyük kalkanı, evde kalmışların telvelerine
bakarak umut bağladığı içecek: Kahve.
Alman sosyolog Wolfgang
Schivelbusch ‘Coffee and the Protestant Ethic’ makalesinde kahvenin ortaya
çıkışını, Avrupa ve sonrasında tüm
kapitalist kültürlere nasıl dâhil olduğunu incelemiş, bu makaleden yola çıkarak soruyoruz: Kahve neden bu kadar
önemli?
Kahve ilk kez Etiyopya’da
keşfedilmiş deniliyor, ama kayıtlara göre ilk kahve 15. Yüzyılın ortalarında
Yemen’de Sufiler tarafından içiliyormuş. Alkolün yasak olduğu ve matematiğin
gelişmekte olduğu bir kültürde alkolsüz olması ve zihni uyarıcı özellikleriyle
kahve ‘İslam'ın şarabı’ olarak adlandırılmış.
Peki, bu arada Avrupa ne içiyordu?
Patates Amerika’dan gelmeden önce ekmek ve bira,
Avrupa’nın ana besin maddesiymiş. Hatta, makalede bu bira çorbasının tarifi bile
var: Sıcak biraya yumurta, tuz şeker ekleyip ekmeğin üstüne döküp afiyetle
yiyoruz. Bunun üstüne, bir de şu bilgi geçiyor makalede: 17. Yüzyılın ikinci
yarısında normal bir İngiliz ailesi, çocuklarla birlikte, kişi başına 3 litre
bira tüketiyordu. Sanayi Devrimi öncesinden bahsettiğimiz düşünülünce bu pek
şaşırtıcı değil; ekonomi tarıma, tarım da insan gücüne dayalı olunca, doğal
olarak insanın güçlü, sağlıklı ve bira göbekli olanı makbul oluyor.
Alternatifinin
olmamasının yanısıra, alkolün sanayi devrimi öncesi bu kadar sağlam bir yer
tutmasının bir diğer önemli nedeni de bir ritüel olarak önemi. Birinin
sağlığına içmek, bardak tokuşturmak, birinin ‘şerefine’ içmek bugün hala
bizimle olan ritüellerden birkaçı. Endüstri Devrimi öncesi toplumlarda, içki
sofrasına oturmak ve kendi başına kalkabilecek kadar ayık olarak masadan
kalkmak, masadakilere ve kişinin kendi cesaretine, şerefine bir saygısızlık
olarak kabul edilirdi.
16. yüzyıla geldiğimizde, içki alışkanlıklarına eleştirel bakılmaya başlanıyor, bunun değişikliğin en yakın ilişkisi Martin Luther öncülüğünde yapılan Protestan Reformu ile kuruluyor. Kişinin
mantığını gölgelendiren bu içecek ‘şeytani’ olarak damgalanıyor. Fakat bu
reform, fazla tüketimi eleştirirken, Püritan ahlakı, alkolün
yerini tutacak maddi bir alternatif yaratamadığından alışkanlığı
değiştiremiyor. Ta ki 17. Yüzyılda
Avrupa’ya coğrafi keşiflerin kolaylaştırdığı ticaret yollarıyla gelen sıcak
içeceklere, özellikle kahveye kadar...
Ortaçağ, Aydınlanma Çağı
ve sonrasında gelen Sanayi Devrimi’nin ne kadar zıttı olarak kabul edildiyse,
kahve de orta çağın sembolü olan biranın o kadar zıttı olarak kabul edilmiş.
İnsanı fiziksel olarak güçlendiren ama algısını ve mantığını gölgeleyen bira,
mantığın ve bilimin önem kazandığı yeni dönemde toplumun ihtiyaçlarını
karşılayamıyor. Kahve, beyni ve sinir sistemini uyarması, algıyı ve karar
mekanizmasını netleştirdiği düşünülünce, çağın ihtiyaç duyduğu rasyonel
birey için biçilmiş kaftan.
Böylelikle, sabah kahvaltısı bira
çorbasının yerini, artık düşünerek ve hesaplayarak para kazanan insanın beynini
uyaran kahve alıyor. Hemen ardından da kahvehanelerle tanışıyoruz.

Londra’daki ilk kahvehane
1687-88’de Edward Lloyd tarafından açılıyor ve kısa sürede kahvenin bahane
olduğu, en güncel haberlerin duyulabileceği sosyal bir mekan
haline geliyor. Öyle ki sigortacılar ve brokerler/borsacılar müşterilerine
Lloyd’s Kahvehanesi’nde randevu vermeye başlıyor. 18. Yüzyılın sonunda bu
sigortacıların ortak bir çatı alında birleşmeye karar vermesiyle günümüzün en
büyük sigorta şirketlerinden biri olan Lloyd’s kuruluyor.
Finans sektörünün
yanısıra, kahvehaneler edebiyatçıların ve gazetecilerin de uğrak yeri oluyor.
Mesela, bu sene 304. yılını kutlayan ‘The Tatler’ dergisinin kurucusu Richard
Steele, kendisiyle iletişime geçmek isteyenlere adres olarak bir kahvehaneyi
veriyordu.
İngilizlerin milli içeceği çay diye
bilirdik, öyle değil mi?
Kahve ilk zamanlarında
Arap ülkelerinden ithal ediliyordu, fakat bunun gelip geçici bir şey olmadığı
anlaşılınca alternatif yollar üzerinde düşünüldü. Fransız ve Hollandalılar
kendi kolonilerinde kahve tarımı yapmaya başladılar, ama İngiltere bunun yerine
çaya geçiş yaptı, bunun nedeni ise büyük ihtimalle çayın tekelinin o zamanın
ticaret devi East India Company’de, kahvenin ise orta sınıf girişimcilerin
elinde olması ve sonunda büyük balığın küçük balığı yemesi.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder